Ahmed Hulusi'den Mürşidlik ; Yetiştiricilik (MASTER)

'Bildiğini paylaşmak ve Tebliğ farzdır!’ Akıl ve İman Kitabı ‘Şeytan’ Cinler Niçin İnsana Düşmandır Bölümünden; Tasavvufta, tarikatta öğretilen bilgiler; hakikatte öğretilen bilgiler; mârifete dair bilgiler; bunların hepsi de doğrudur!... Ama bunların hepsi de, bilinç boyutunda, şuur boyutunda geçerlidir!.
"Ârif"in şayet bu basamaklardan geçmiş bir yetiştiricisi yoksa, buradayken rahatlıkla "mülhime mârifetine sahip cinin" yoldan çıkartıcı telkinlerine kapılarak, "Mülhime nefs" mertebesine gelmişken yeniden "emmare nefs" düzeyine düşer!..
Taklidi iman yani "levvame nefs" düzeyinde olanları cinler "mülhime"nin "marifetinden" mahrum bıraktırmak için "B" sırrından perdelerler... Bunun için de her türlü saptırıcı fikri ilham ederler...
Hakikati bilmenin getirdiği sarhoşluk ya da cinlerin bilincine yolladığı saptırıcı fikirler, mesajlar eğer seni bir takım çalışmaları yapmaktan alakoyuyorsa, bu hakikat bilgisi senin için yaralı değil zararlı oluyordur!.
AKIL ve İMAN - "NEFS"İN HAKİKATİNE İMAN
Tasavvuftaki bütün gerçek tarikatlar da, Rasûlullah`a teslimiyet esasına dayalı olarak, gelen kişiye yardımcı olabilirler. Eğer Rasûlullah`ın bildirdiklerine teslim olabilirsen, sana yardımcı olabiliriz, derler!.
Mutlak teslimiyetin, söz konusu olmadığı yer ve hâl ve ortam, tarikat değil "iyi ahlâk derneği" çalışmalarıdır!..
Onun için teslimiyet şarttır!. Rasûlullah`a teslimiyet olmadığı sürece, yetiştirici yardımcı olamaz. Çünkü herşeyi akılla izah etmesi mümkün değildir..
İşte kişinin vehmi nefsinden kurtulması, nefs perdesini kaldırması ancak ve ancak iman yolu ile mümkündür.

Nasıl iman ve teslimiyet..?
Sana varsayalım, git şuradan at öldür diyecek. Oradan gidip kendini aşağı atacaksın gibisine!..
Veya senin ters bildiğin bir şeyi sana söyleyecek; sen onu yapacaksın; gibisine!... Ama böyle bir şey denir mi; elbette denmez!.. Bunu iman ve teslimiyete bir ölçü, misâl olsun diye anlatıyorum..
Vehim, sana yapma diyecek; ama sen en azından şunu düşünmelisin...
"Rasûlullah`ın benden ne menfaati var ki bunu böyle demiş...Rasûlullah , benim iyiliğim için demiş!. Madem ki böyle demiş, ben bunu böyle yaparım"; deyip yapacaksın!. Neticesi de senin için mutlaka selâmettir.

Yani, cinler seni "ALLAH" yolunda mantık oyunlarıyla vurmak isteyeceklerdir ki; bundan da tek kurtuluş yolu "İMAN" ipine sarılmaktır!
BİLİNCİN ARINIŞI - VELÂYET KEMÂLÂTI
yetiştiricileri olan kâmil veliler veya Hızır Aleyhisselâm nezaretinde gizli şirkin tamamiyle ortadan kalkması yani Nefs arınması çalışmalarını sürdürürler.
BİLİNCİN ARINIŞI - Nefsin Perdeleri
Burada yetiştiricinin, her kişiye kendine özgü yapısal özelliklerine göre hangi tür mücadele gerekiyorsa onu öne geçirerek tavsiye etmesi hususu oldukça önemlidir. Çünkü her birinin öne geçirmesi ve yapması gereken çalışmalar farklıdır.

…..beden batağından kolay kolay çıkması imkânı yoktur.Eğer inandığı ve itimad edip teslim olduğu güçlü bir yetiştiricisi varsa, o, olaya müdâhale eder, yönlendirir ve kurtarabilirse kurtarır. Ama, böyle biri yoksa, o, yüzde yüz beden batağında boğulur gider. 
Dostan Dosta - 601 - 700
Yetiştiricinin irfanını anlamak istiyorsan, seni neye yönlendirdiğine bak... Her  şeyin  rücû  edeceği  "TEK"e  mi;   fiiller  fâsit  dairesine mi?
GAVSİYE AÇIKLAMASI - SUNU
Gerçek tasavvuf ehli, hangi yoldan olursa olsun, bir diğer kişiye "gayrılık" gözüyle bakmaz ve hakkında menfî konuşmaz; çünkü yetiştiricisi kâmil ise öğretmiştir ki, konuştuğu söz Hakk`a ulaşacaktır!..
İNSAN VE SIRLARI 2 - İLİM VE HİKMETİ REDDEDENLER
Gerçek yetiştirici odur ki, tüm ilimlere açıktır. Çevresine günün seviyesinin üzerinde ilim sunar. Her yerde herkesle görüşün, tartışın, yeni şeyleri “sürekli öğrenin ve öğretin" der.
Şâyet yanlış bilgiler ulaşırsa çevresine onların zararlarını yok edecek ilim gücüne sahiptir; bunun için de kimsenin kimseyle görüşmesini kısıtlamaz, kayıtlamaz, yasaklamaz.
Geçmişe ait sadece aynı yoldan, aynı koldan üç-beş zâtın kitabını okuyup onları bugünkülere nakletmek asla "İLİM" değildir. Bu insanları geçmişte yaşatmaktan başka bir şey değildir.

Kendini Tanı - Tarîkat Şeyhe Teslimiyettir.

Tarikata girmiş olmak için, bir mürşide tüm varlığını teslim etmen gerekir!. Nasıl?.. Ölmeden evvel ölmüş, gibi!..
Öyle bir teslimiyet ki, bu beden üzerindeki tüm tasarrufları ona bırakacaksın!.
O, "ye" derse yiyecek, "yeme" derse, yemeyeceksin!... "Yat", diyecek, yatacaksın; "kalk", diyecek, kalkacaksın; "çalış", diyecek çalışacak; "çalışma", diyecek, çalışmayacaksın!... Şunları şu kimseye ver, diyecek, vermem demeyeceksin!..
Yani, bir ölü nasıl bu beden üzerinde tasarruf edemezse; bu bedenle olan hiç bir olay o ölüde etki uyandırmazsa; sen de o hale geleceksin!...
Bu konuda seni nasıl uyarıyor dikkat et:
"Ölmeden evvel ölün"!.
Yani, "fiilen-fiziken" ölmeden önce, "ölüm" denen olayı tadacaksın"!... Yaşayacaksın ne olduğunu!...
Bu gün Türkiye`de bunu yapabildiği dillerde dolaşan, maşâallah belki on bin şeyh var, belki de on milyon derviş var!..
Ama, eğer işin gerçek kıstaslarına bakarsan, ne on bin tane şeyh çıkar, ne de on milyon derviş!...
Konunun hakikatını konuşmak gerekirse...
Hasbelkader üçbeş tasavvuf tâbiri ve evliya menkıbesi öğrenmiş kişilerin bunları sergileyerek kendilerini evliyaymış gibi gösterip bir tarikat adı altında yayın yapmalarıdır olay!.
Elli-yüz kişinin bir araya gelip zikir yapmaları ya da tasavvuf hikayeleri dinlemesinin gerçek anlamdaki tasavvuf çalışmalarıyla hiç alâkası yoktur!.
Ama buna rağmen bu çalışmaların da bir faydası vardır elbette..
Kişilerin kendilerini bu dünyaya iyice kaptırıp, mâneviyattan uzaklaşmalarını önler en azından!.
Bugün bir kısım şeyhler, sizlere bazı gerçekleri anlatıp, idrak ettirip, kendinizi bir takım zararlı şeylerden korumanıza vesile olmaktadır!
Sizler, işin ne olduğunu öğrenmek, araştırmak isteyen heveslilersiniz.
Yapılacak iş, bulunduğunuz yerde olabildiğince İslam Dini’nin, tasavvufun ne olduğunu öğrenip, elden geldiğince ilim sahibi olarak benlikten kurtulmaya gayret etmektir.
Nasibinizde varsa, samimi iseniz, amacınız bireysel çıkarlar değil de gerçekten sadece ALLAH`A ERMEK ise, günün birinde gerçekten konunun ehli olan bir veliyi karşınıza çıkartır Allah!.. Ve o zaman anlarsınız farkı!.
Öyle ise, dışarıdan, başka bir gruptan, bilmem kimlerden hiç farklı görmeyin kendinizi!..
Hangi isim altında olursa olsun, hiç bir tarikat mensubunu kendinizden küçük ya da ayrı görmeyin!. Kim olursa olsun, öz kardeşiniz gibi ona yardımcı olun!
Kısacası, genelde bugünkü tarikat çalışmaları "tasavvuftan bahseden iyi ahlak derneği çalışmalarından" başka bir şey değildir!.. Ama elbette bunun istisnaları da mevcuttur, çok ender de olsa!.
Olay bunun dışında, üstünde fazla bir şey değil!
Evet...
"Ölmeden evvel ölmek" denen iş kolay değildir!.
Ancak, "Ölmeden önce öldükten" sonra, "nefs"ini tanıyabilirsin!.
"Ölmeden önce ölmek", denilen olayın ilmel yakini, daha önceki sohbetlerimizde geçtiği üzere, "Mülhime" denilen "nefs" mertebesinde; "nefs"in, ilham alır durumda kendini tanımaya başlamasının sonucunda oluşan teslimiyetin getirdiği hâldir.
Ve ondan sonra "ölmeden ölmek" denilen hâlin "ilmel yakîni" oluşur. Ondan sonra "Mutmainne" denilen, tatmine ulaşmış, yani, işin hakikatını yaşamakla tatmine ulaşmış "nefs" olur ki, onun adı "Veli"dir..
Velâyetin de kemâl dereceleri var:
"Veli-i Mükemmel" var, "Veli-i Kâmil" var, "Veli-i Mukarreb" var!... Yüksek kemâlât dereceleri... Onlardan söz etmiyorum... Bunlar da "Ölmeden önce ölmek" denilen hâlin aynel yakîni ile gerçekleşir!.
"Ölmeden önce ölmek" denen sırrın "hakk-el yakîni" ise ancak "mardiye nefs" kemâlinde gerçekleşir!. "FETH" hâli de bunun sonucudur!.. Bunun ehli de dünya üzerinde ancak onlarla sayılır!.
Yani, ehline mutlak mânâda teslim olmadan, ölmeden evvel ölme hâli kesinlikle gerçekleşmez. Teslim olma hâli de, ancak ve ancak, bu işin bütün boyutlarını anlayıp bildikten sonra, bir milyon kişi içinden çıkabilecek bir kişiye nasip olabilir.
Çünkü, her ne kadar sözde, şartlanmalar atılacak, huylar atılacak, bedene sahip çıkma hâli atılacak vs. diyorsak da, bunları fiiliyatta tatbik edebilecek babayiğit çok azdır!. Lafını herkese konuşuruz, ama kendimize gelip iğne dokunduğu zaman, cayır cayır bağırırız..
Şimdi kıssadan hisse...
Allah selâmet versin, iyi bilir, Mazhar`ın anlattığı çok güzel bir hikâye var. Mevlâna`dan naklen anlatır;
Adamın biri görmüş sırtına dövme yaptırmışları, heveslenmiş, aslan dövmesi yaptırmağa gitmiş...
-Bana da, demiş, aslan dövmesi yap!..
-Peki, demiş dövmeci; benim mesleğim dövme yapmaktır.. Gel, otur dövmeyi yapayım..
Dövmeci başlamış iğneyi batırmağa..
-Ayy! Ayy! diye başlamış bağırmağa adam...
-Ne yapıyorsun arkadaş; canım çok yanıyor!..
-Aslanın yelesini yapıyorum" demiş.
-Aman, demiş, yelesini yapma, başka yerini yap!..
Dövmeci başlamış bu sefer sırtının başka yerlerine iğneleri batırmağa.. Adam gene bağırmağa başlamış:
"Ben vazgeçtim kardeşim, katlanamam bu aslanın acısına!.." demiş "Aslandan da vazgeçtim, dövmesinde de..."
Adam çekmiş gitmiş!.
Şİmdi o hesap, Mazhar’ın da dediği gibi, "vahdet" dövmesinin lafını çok eder, sohbetlerini yaparız da; iğneler batmaya başladı mı, kaçımız dövmecide kalır, o meçhuldür!.
Onun için, biz bugün ne yapabiliyorsak, o canımız gibi bağlandığımız, tapındığımız nesnelerden ne kadarcık kendimizi kurtarmaya çalışırsak, cehennemdeki alevimizi, ateşimizi de o kadarcık azaltmış oluruz.
Zira bugün, bize o kadarcık azap veren nesneler, ölüm ötesinde sayısız boyutlarıyla, ebatlarıyla çok daha acı azaplar verecektir... Bunu böylece bilelim...
Bugün bize azap veren her olay, gelecekte çok çok büyük boyutlarıyla yarın bize daha fazlasıyla verecek!.
*  *  *
TARÎKAT ŞEYHE TESLİMİYETTİR       
İşte bu sebepledir ki, bu incelikleri kavramış olan geçmişteki pekçok hakikata ermiş zâtlar, "Tasavvuf" denilen öğretiyi oluşturmuşlardır.
"Eğer, varsayımın olan varlığından, benliğinden tümüyle kurtularak "nefs"ini tanımak istiyorsan, teslim ol; kendinden kurtul, Allah`a er!." demişlerdir..
"Ölmeden evvel ölmek" olayının gerçekleşmesi, mutlak mânâda Allah`a teslim olmana bağlıdır!. Daha doğrusu, Allah`a teslim olduğunu fark etmene bağlıdır.
Hakiki mânâda tarikata girmekten murad, "teslim" olmaktır!..
"Ben geldim, Şeyhim!.. Ben seni şeyh kabul ettim, sana bağlandım!... Bana dua ver, zikir ver, oruç ver vs... Ben de bunları yapayım" demek, teslim olmak değildir!.

Bir şeyhin sözümona yüzbin dervişi vardır; ama bir tane bile, gerçek anlamıyla bağlısı, yani Allah`a ermeyi kesin kafasına koymuş ve bunun için her şeyi göze almış dervişi yoktur!.


Tam yeri geldi, Hacı Bayram Veli’nin bir hikayesini anlatalım:
Şeyh Hacı Bayram Veli`ye derviş olanlardan vergi alınmıyor...
O devirdeki kural bu!.. Zamanın padişahının Ona olan saygısından koyduğu bir kural..
Önüne gelen de bu nedenle Şeyh Hacı Bayram`dan el alıp, derviş oluyor!..
Gün geliyor, Ankara civarında kırk bin kişi Hacı Bayram Veli`ye derviş oluyor, ki artık o civarlardan vergi alınması diye bir olay söz konusu değil..
Şikâyetler ulaşınca Padişaha, o da haber yollatıyor:
-Efendim, şeyhim, durum böyle böyle!. Hakikaten bunlar dervişleriniz ise hüküm, câridir, vergi alınmayacak!. Ancak bunlar gerçekten sizin müridleriniz mi?...
"Ben size bildirirm, neticeyi" diyor Şeyh Hacı Bayram ve ilan ediyor:
-Benim bütün dervişlerim falanca gün Ankara ovasında toplansın!..
Büyük bir çadır kuruluyor, kazanlar kaynıyor, yemekler pişiriliyor...ilâhiler, dualar, zikirler...
En sonunda, Hacı Bayram Veli çıkıyor ortaya.. Diyor ki :
-Kim gerçekten bana teslim olmuşsa, dervişimse gelsin, ben onu kesip, kurban edeceğim Allah`a; ve Allah`a ulaşacak!.....
Gerçek derviş, geçici dünya menfaatini şeyhinden sormaz!. Sorarsa, o daha derviş olmamıştır!. Çünkü tasavvufa girmenin amacı dünya çıkarları ya da siyaseti değildir!.. Zira Şeyhe teslimiyetin tek bir amacı vardır, o da Allah`a ermek!.

Bu amacın dışında ki her amaç, gerçek gayesine ortak koşmaktır; ki bu da onun yolunu kesmekten başka bir sonuç getirmez.




^Bilincin Arınışı - Sunu^
Biz bu bilgileri, tasavvufa eğilimi olan kişilerin, konu hakkında genel bilgisi olsun; tanıdıkları kâmillerden bu işin ötesindeki, yazmadığımız sırları öğrenmelerine basamak teşkil etsin; diye kaleme aldık.. Ehil olan mürşidi kâmilleri bulan, bunların gerisini de ondan talebeder... Bizden ancak bu kadarı!.

^Gavsiye Açıklaması – Nakşıbendî Likte Vahdet Görüşü
^
"Şu yol ki Allah`dan kula gider, cümle saadet içinde saadettir. O yol ki kuldan Allah`a gider, cümle dalâlet içinde dalâlettir."
Sâlikin mürşid sohbetine ihtiyacı bu yüzdendir. Başkaca istikâmetini tâyin edemez.
^Cuma Sohbetleri - Son Fasıl^

Bir lâf dolaşıyor ortada anlamı saptırılarak; “Mürşidi olmayanın mürşidi şeytandır
Evet, doğru!. Ancak Mürşid, KURÂN dır!..
Eğer mürşidin Kurân değilse öyle! Mürşid demek; Aydınlatan demek… Yani, seni aydınlatan bilgi kaynağı Kurân değilse, sen vehmine, hayâline, kendi zannında tasavvurunda yarattıklarına tâbi olursun.
Bunun sonucunda da, gerekenleri yapmadığın için helâk olursun, demektir bunun manâsı.
Biz, Kurân’dan öğrendiklerimizin anlayabildiğimiz kadarını sizlerle paylaşırız.
Biz” dediğim kim?. Kendini merakı dolayısıyla bu konuya vermiş, bu konuda bir takım çalışmalar yapan kişiler, “biz”!.
Okyanus Ötesinden 1  - 7 Şubat 1998
Tarikata girip şeyhe bağlanma ilgili bir soru vardı, şimdi cevabını veriyorum..
“Tarikata girip şeyhe bağlanma” denen olay bugünkü uygulamada görülen taklitçi zihniyet uygulaması değildir!..... “Şeyhe bağlanmak” demek şudur:
Orijinal adı şeyhin, "mürşid"dir... Bu kelimenin anlamı ise, "aydınlatan" demektir!... Aydınlanma ise, asla taklit ile olmayıp, yalnızca tahkik ile gerçekleşir...
“Kişinin bir mürşide bağlanması” demek, o kişinin kendisini aydınlatacak bir fâniyi bulup, onun kendisine tutacağı ilim ışığına perdesini kapatmaması demektir... “Mürşide bağlanmak”, ilme bağlanmaktır, orijinal anlamıyla; ki, ilmin elde edilmesi de ancak, araştırma, soruşturma, hakikatı arayıp bulma şeklinde gerçekleşir...
Bugünkü tarikat uygulamalarıyla, gerçek mürşid - tâlip uygulamasının isim benzerliğinden başka uyar tarafı yoktur kanaatime göre!...
Teslimiyet, körü körüne denileni yap diye anlaşılıyor ki günümüzde, bana göre bu anlayış da yanlıştır... İnsan beynini, aklını, en geniş şekilde kullanarak ancak hedefine varabilir...
Teslimiyet” demek; kişinin kendisini İLME, İRFANA teslim etmesi demektir... Ayakkabı boyayıp, havlu tutmak demek değil; anlayışındayım... bilmem yeterince açıklayabildim mi?...
Ruh İnsan Cin

GERÇEK böyleyken; tasavvuf ehli olduğunu söyleyen sayısız insan ve onların süper mürşidleri SİGARA içmeden duramamaktadırlar!..
Bir SİGARAya karşı nefis mücahedesi olmayan kişi, nerede kaldı, daha hassas konularda mücahede yapacak ve veli olacaktır...


Sistemin Seslenişi 1 – Uyarılmadınız mı

Mürşid yok ortada ve bir mürşide bağlı nefis terbiyesi yapılmıyor!.. Herkes bu bilgileri kendine göre yorumlıyarak kendine bir yol çiziyor ve olabildiğince kötülüklerden uzak kalmaya çalışıyor!.
Mürşide bağlanmak, Yunus’un Taptuk’a bağlanışı gibi kimi zaman 40 yıla kadar varan nefis terbiyesini gerektiren bir iştir!. Mürşid yanında yatıp-kalkmadıkça, her dem onun terbiyesi altında nefsini terbiye etmedikçe; Muhammedî ahlâk ile ahlâklanmadıkça; vermek ve paylaşmak için insanların içine girmek her demlik fiilin haline gelmedikçe velâyet yolu açılmaz!.
Tasavvuf bilgisi edinmekle, evliya olunmaz!.
Jiletle traş olunur; jiletle intihar edilir!.
İnternetle tasavvuf bilgisi edinilip Kur’ân sırlarına erme yoluna girilir; internetle bedenselliğe dönük yaşam arkadaşı bulunur!.
Kendinizi aldatmayın!. Boyut değiştirme günü gelmeden boyut değiştirmiş gibi gerçekleri idrak edin ki; telafisi mümkün olmayan sükûtu hayâle uğramıyasınız!...
O demde ne paranız fayda eder ne de bedensellikten doğan yakınlıklarınız!... Ne sizi evliya sanıp karşınızda elpençe divan duran dostlarınız!.. Lûtfen iyi idrak edin!.
Dostlarım...
Vahdet ve vahdete dayalı olarak anlatılan tüm veriler kesin gerçek olmasına rağmen, nefis terbiyesinden geçmeyen kişiler için bu bilgiler deccallaşma(!) aşısı olabilir!. 18 veya 58’inde farketmez, nefs terbiyesi görmemiş kişiler, “ALLAH” ve SİSTEMİNİ kavrıyamadıkları için; tanrı kavramından kurtulma bilgisiyle birlikte bedenselliğin ve firavunluğun göbeğine düşüp, tasavvuf bilgileriyle kendilerini avutmalarına karşın, deccallaşmanın zirvesini yaşayabilirler.
Allah için yaşayan bedensel çıkarlarını düşünmez!.
“Sonradan görme”!
Genelde, bu konuda yeterli terbiye görmemeleri dolayısıyla, kendini, bulunduğu ortamda gereksiz yere öne çıkartma; belirgin bir konumda kendisini kabul ettirme arzusundan kaynaklanır!… Çevrelerindekilerin kendisine saygı gösterip, pâye verip; karşısında el pençe divan durmalarını amaçlar… Eline hasbelkader geçen nesne ile “Büyük adam” olduğunu kabul ettirmek ister!.
“Sonradan görme”yi kısaca özetlemek gerekirse; aralarında bulunduğu insanların kendisine hayranlık duymalarını sağlamak amacıyla, onların seviyelerinin üstünde olacak şekilde, elindekileri ortaya koyarak aralarında sivrilmek amacını güdenler, diyebiliriz.
Paranın “sonradan görme”si olduğu gibi; bilginin de “sonradan görme”si vardır!.
Tasavvufun da “sonradan görme”si vardır!.
Tasavvufun “sonradan görme”si, görgü ve kültürden yoksun yoksulun tek nesilde multi milyarder olması gibi; kişinin seyrisülûktan geçmeden yâni “nefs terbiyesi” görmeden “mülhime” bilgisini elde etmesi ile meydana gelir!.
Tasavvufta olayın temeli, kişinin bir mürşit elinde “nefs terbiyesi” görmesi esasına dayanır.
Her mürşidin yetiştiği bir yol vardır. O yolun esaslarına göre, kendisine teslim olan kişiyi, tekkede olabildiğince yanında yaşatarak, terbiye eder… Oturup kalkmasından, konuşmasına, yeme-içmesine, insan ilişkilerinde konuşma adâbına kadar!.
Bir mürşidin nasıl davranıp neler öğreteceği, konuyla ilgili kitaplarda detaylı bir şekilde vardır.
Bu terbiyeyi almış biri, daha “levvâme nefs” mertebesine ulaştığında, dedikoduyu, gıybeti, çekiştirmeyi; başkalarının arkasından konuşmayı, insanları maddi veya mânevi beklentileri uğruna istismar etmeyi, baş olma arzusunu, insanlara hakaret etme hâllerini geride bırakır.
Bu, ister yakınları ister uzaktakileri olsun herkese karşı böyledir.
Mülhime nefs” mertebesinin ilmine ulaşıp bunu yaşamlarında hazmetmeye başladıklarında ise; insanlara büyüklük taslayıp, başkalarının arkalarından konuşup, onları birilerine, ne gerekçeyle olursa olsun gammazlamak veya onların dedikodularını yapmak yerine; tüm insanlara hizmetçi olurlar, ellerinden geldiğince.
Çünkü, bu anlayıştakine göre, karşısındaki Hak’kın varlığıdır ve ona hizmet Hak’ka hizmettir!. Hakkında konuştuğun Hak’tır!.
Ne çare ki, gerçek anlamda, “tarîkat” terbiyesi, Türkiye’de uzun yıllar önce son bulmuştur!. Günümüzde devam eden, çoğunlukla ismi ve resmidir tarikatın!.
Günümüzde, “nefs terbiyesi”ne dayanan bir tarîkat sistemi, benim görüş alanım içinde yoktur!.
İnsanları kötü yollara gitmekten koruyan, âhiret korkusu, tanrı korkusu ve cennet talebine dönük; tarîkat ismi taşıyan birçok topluluklar mevcuttur.
İşte bu realite dolayısıyla da, meraklı ve arzulu fakat kendisine hazım sağlayacak alt yapısı olmayan insanlar; gerçek “nefs terbiyesi” almadıkları için; yazıtlara veya ilim ehlinin sohbetlerine dayanarak, mevcut “emmâre nefs” bilinci üstüne, “mülhime bilgisi” giydirerek, “tasavvuf sonradan görmelerine” dönüşmektedirler!.
Sonradan görme zenginlerin” katıldıkları sosyetik ortamlardan yılların “asil sosyete ehlinin” uzaklaşması gibi; “tasavvuf sonradan görmelerinin” öne çıktığı toplumlarda da “gerçek sûfîler” toplum içinden uzaklaşıp, ötelerden “seyr”lerine devam etmektedirler.
“Ben şunları yaptım da karşılığını alamadım” diye sızlanan insan; yapması gereken en önemli ve önde gelen iş olan, emmâre “ben”inden kurtulamamıştır ki; “levvâme” bilincinden “mülhime“ bilincine geçmiş olsun!. Üstelik kâh kendini hak görür, kâh daha da ötesi!!!.
Ama bir hâl gelince de, sızlanmaya başlar gerçek mertebesinden… “Ben saçımı başımı ağarttım, saçımı süpürge yaptım, bunca yıl bu yola emek verdim vs. vs….”
Kâh “ene’l Hak” der, her şeyi kendi cüppesi içine alır; bir an sonra döner yetmiş yedi milleti hedef tahtası yapıp; onların dillendirmedik kusurlarını bırakmaz kendisine göre!. Hepsini yerin dibine sokar!…
İnsanları batırarak kendisini tek mâbud haline getirir!. Yamyamlığı meslek edinir!.
Gerçek “mülhime bilincinde” olan, işinin, eşinin, aşının hakkını verir… Eline aldığı her şeyi en mükemmel şekilde “Allah’ın kendisine emaneti” görerek, yapar…
Erkek ise, erkekliğinin eşine karşı tam hakkını verir… Kadın ise, eşine ve yuvasına karşı kadınlığının tam hakkını verir. Bunu yapmadan, BEN YALNIZCA ALLAH’A YÖNELDİM DEMEK, HAYÂLİNDEKİ TANRISINA TAPINMAKTAN BAŞKA BİR ŞEY DEĞİLDİR.
Hanımında veya beyinde veya çocuğunda ya da yakın arkadaşlarında Hak’kı göremeyip; onlara, isimleri perdesince davranmak, perdeliliğin açık itirafıdır!.
Yaşamı, yemek-içmek ve seks üzere kurulmuş; gününün çoğu, bunları düşünerek, bunların daha iyisini araştırarak geçen insan, “Sâfiye” mertebesinden söz etse; ya da “Mardiyye” bilgisinden dem vursa da, “Emmâre”den milim ileri gitmemiştir!.
Mülhime” bilgisine bürünmüş “emmâre”nin; “levvâme”si de hemen hiç görülmemiştir neredeyse!.
Zira, “Mülhime bilgisi” onun Deccalı olmuş; “emmâre”sindeki Deccal cennetini tercih etmiştir!.
Deccal, bireyin bilincinde açığa çıkar!. Deccal, bireyin karşısına çıkar!. Deccal, bir ülkede toplumun karşısına çıkar!. Deccal, tüm dünyanın karşısına çıkar!.
Nasıl ki bireyin, eceli; toplumların, ülkelerin eceli, dünyanın eceli varsa; Deccal konusu da öyledir!.
Deccal kelimesini “Deccâliyet” olarak anlamak gerekir.
İşlevi, “akı kara”, “doğruyu yanlış”, “cenneti cehennem” göstermektir!. Kısacası “deccâliyet”, her gerçeği saptırma, olduğunun aksine gösterme ve kabul ettirme işlevidir’!.
Birey açısından, Deccal’ın en önemli açığa çıkışı da, kişideki “mülhime bilgisi” sırasında açığa çıkışıdır.
Eğer kişi, “nefs terbiyesinden” geçmemiş ise; vehim, deccâliyete destek vererek, kişinin nefsinin firavunlaşmasına yol açar!. Sonucu da ebeden perdeliliktir!.
İşte saydığımız bu durumlar, bildiklerimiz kadarıyla, “tasavvuf sonradan görme”liğinin ana sebeplerini teşkil eder.
Muhakkik, sistemi “oku”yarak, o güne kadar söylenmemişleri dillendirir; mukallit, o güne kadar söylenmişlerin dedikodusuyla ömür tüketir!.
Herkes lâyığını bulacaktır!.
Not: Kimse bu yazıyı üzerine alınmasın…. Bu yazı aynaya bakılarak yazılmıştır.






TECELLİYAT - GÖZDEN ÖZE - 2
Muhterem kişi,

Eğer, kendi kendine bir şeyler yapamıyorsan, bir bileni, bir öze ermişi ara!...
Çeşme senin ayağına gelmez, susadıysan, sen çeşmeyi ara ve ona git!.. O sana yol gösterir!.

"BİZ DÜNYANIN SEMÂSINI YILDIZLARLA DONATTIK VE BÜTÜN ŞEYTANLARDAN KORUDUK." (37-6/7)

Bilenler, öze ermişler, gökteki yıldızlar misâlidir... Tefekkür semâsının yıldızlarıdır onlar!..
Onlar artık şeytanlardan, bütün menfaat duygularından, kötü düşüncelerden sıyrılmış, cinlerin dahi ulaşamayacağı mertebelere yerleşmişlerdir. Allah dostlarından, korunmuşlardan olmuşlardır.
Artık sen, onlardan biriyle yolunu doğrult.!

"YILDIZLA ONLAR HİDÂYET BULURLAR." (16-16)

Duymadın mı Efendimizin sözünü;

«Ashabım gökteki yıldızlar misâlidir; hangisine uyarsanız hidayeti bulursunuz!.»

buyurduğunu.
Öyle ise, sen, o gerçek yolu kendin bulamıyorsan, bu yıldızlarla bul. Onlardan sual et bilmediklerini.

Rehberin, Efendimiz; MÜRŞİDİN, KUR`ÂN, râbıtan, Zât-ı Hak olsun!..

Bil ki; hiç bir fanî, mürşid olamaz ve değildir!..
O kişilerin her biri, en ziyade, Efendimizin vârisleridir.... Vârislere ise, ancak o kişilikde olanlar kalabilir. Öyle ise;

"RASÛLÜN ÜZERİNDE TEBLİĞDEN BAŞKA VAZİFE YOKTUR."(5-99)

Âyetinde bulunduğu gibi; -ki bu gerçeği Muhyiddini A`rabî (selâm ona) de Fusus nâm kitabında belirtmiştir- sadece tebliğciden, ikaz ediciden, müjdeleyiciden, şahitten başka bir şey değilken; kimin haddinedir , şeyhlik, mürşidlik iddiasına kalkışmak!..
Kur`ân`da, kendisine "mürşid" diye hitap edilmemiş; "mürşidim dememiş" Efendimiz önümüzde dururken; bazı kişilerin böyle bir davaya kalkışmaları, elbette ki, bir hikmettir!..
Ne hayrettir, ve ne hikmettir, ki daha "nefs"lerini tanımamış; sigarayı bile terkedememiş kişiler, GERÇEK MÜRŞİD KUR`ÂN`ın, vasfını üzerlerine alıyor, kendilerini O`nun yerine koyuyorlar!..
Bir zaman ki, baykuşlar güneşi târif ediyor!.
Fakat, şurası bilinsin ki, vakit tamam olmuş, yolların birleşmesi zamanı gelmiştir!..
Yakın bir zamanda, «YA EYYÜHEL MÜDDESİR» âyetinin işaret ettiği tecellinin örtüsü kaldırılacak, iddia sahibi kişiler, kendilerini tanıyacaklardır.
Bize müsaade, ancak bu kadardır bugün için!. Rab gerçeği ortaya çıkartıcıdır.

Muhterem kişi,

İşte bütün bunlardan dolayıdır ki; bilenleri, öze ermişleri bul ve onlardan sor; fakat kimseye bağlanma!..

Efendimiz, Hz. Muhammed Aleyhisselâm`ı, Efendi bil kendine; bağlan O`nun ruhâniyetine, MÜRŞİDİN, KUR`ÂN; Dostun da "ALLAH" olsun!

Bil ki veren, verdirten hep O`dur!.
Rab diler bir şey verirse, kimse mâni olamaz... Rab sana bir şeyi nasip etmedi ise de, bütün yaratılmışlar bir araya gelse onu sana veremezler!.
Eğer verir derlerse, zaten o nasibindedir de ondan deriz... Vermem de deselerdi, o gene seni bulacaktı!. Çünkü, her verilen şey dahi, bir tecellî olduğu için; sende zuhur edecek tecelliler tamama ermeden, sen ölmezsin. Artık idrake çalış bunu!

TEK`İN SEYRİ - SUNU
Biz bu bilgileri, tasavvufa eğilimi olan kişilerin, konu hakkında genel bilgisi olsun; tanıdıkları kâmillerden bu işin ötesindeki, yazmadığımız sırları öğrenmelerine basamak teşkil etsin; diye kaleme aldık.. Ehil olan mürşidi kâmilleri bulan, bunların gerisini de ondan talebeder... Bizden ancak bu kadarı!.








KURAN`I KERİM TEFSİRİ          Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır

31 LOKMAN
20; Görmediniz mi ki, Allah göklerde ve yerde ne varsa hepsini sizin hizmetinize vermiş, gizli ve açık olarak nimetlerini üzerinize yaymıştır. Bununla beraber insanlar içinde kimi de var ki, ne bir ilme, ne bir mürşide ve ne aydınlatıcı bir kitaba dayanmaksızın Allah hakkında mücadele ediyor.

21; Onlara: "Allah`ın indirdiğine tabi olun!"dendiği zaman: "Hayır, biz atalarımızı neyin üzerinde bulduksa, onun ardınca gideriz." diyorlar. Ya şeytan onları cehennnem azabına çağırıyor idiyse de mi onlara uyacaklar?

Nazarî düşüncelere gelince, bunda da insanın yaratılışına çoğunlukla hata isabet ettiği muhakkaktır. Dolayısıyla akıl, bir yol göstericiye, bir mürşide muhtaçdır. En yüksek mürşid ise Allah kelâmıyla peygamberlerin irşadıdır. Ve gerçekte akıl ve basiret gözünde Kur`ân âyetleri, madde gözünde güneş ışığı yerindedir. Güneşin ışığına nur denildiği gibi Kur`ân`a da nur denilmesi daha önceliklidir. Ve işte bununla "Allah`a Peygamberine ve indirdiğimiz, o nura(Kur`âna) inanın" (Teğabün, 64/8), "Şüphesiz size Rabbinizden kesin bir delil geldi ve size apaçık bir nur indirdik." (Nisâ, 4/174) âyetlerinin mânâsı ortaya çıkar.

Bu bakımdan, Peygamberin açıklamasının, güneşin ışığından daha kuvvetli olduğu ortaya çıkınca, onun kutsal nefsinin, nurlulukta güneşten daha yüksek olması gerekir. Nitekim Allah Teâlâ "Onların içinde bir çerağ (güneş) ve nurlu bir ay yarattı." (Furkan, 25/61) diye güneşi yalnızca bir çerağ (kandil) olmakla vasıflandırdığı halde, Resul-i Ekrem Muhammed Mustafa (s.a.v)`yı da "Nurlu bir kandil" (Ahzab, 33/46) diye sıfatlandırmıştır. Demek ki âlemde bulunan cisimlerden güneşin diğer bir cisimden faydalanmaksızın başkalarına nur vermesi özelliği, peygamberde daha kuvvetlidir. Peygamberlik nuru, diğer beşerî şahıslardan istifade etmeksizin diğerlerine nur verir. Fakat güneşin gökyüzündeki diğer kuvvetlerle alakası yok olmadığı gibi, şu da aklî ve naklî delillerle bilinmektedir ki, peygamberlerin ruhlarında meydana gelen nurlar dahi meleklerin ruhlarında meydana gelen nurlar ile ilgilidir. Nitekim: "Allah melekleri ruh ile, kullarından istediği kimseye kendinden bir vahiy ile gönderir" (Nahl, 16/2), "Onu, Ruhu`l-Emin, senin kalbine indirdi." (Şuarâ, 26/193), "De ki: Onu Ruhu`l-Kudüs, Rabbinin katından hak ile indirdi." (Nahl, 16/102), "O vahyedilenden başkası değildir. Çünkü onu kuvvetlinin kuvvetlisi Cebrail öğretti." (Necm, 52/4-5) buyurulmuştur.







Akıl ve İman - "ŞEYTAN" CİNLER NİÇİN INSANA DÜŞMANDIR?!

İnsanın kendindeki üstün özellikleri keşfetmesi; ancak "ALLAH" varlığıyla mevcut olduğunu" anlamasından ve özündeki "ALLAH"ı keşfetmesinden geçer!...
ŞEYTAN denen cinler ise, insanı özündeki "ALLAH"ı keşfetmekten perdelerler; ve insanın kendini madde bedenden ibaret bir varlık olarak, bir hayvan türü olarak kabullendirmeye çalışırlar...
"ŞEYTAN" lâkabıyla bilinen cin neslinin insana verdiği en büyük zarar, onu ÖZÜNDEKİ "ALLAH"ı keşfetmekten alakoymak; ve bu yolda ona ulaşan bilgilere karşı perdelemektir!
Şunu kesinlikle bilelim ki, fiiler sahasında, davranışların ve yapıların kuralları, kanunları geçerlidir.
Nasıl ki yeterli gıda almadığın zaman, vücudun enerjisiz kalırsa; aynı şekilde, namaz zikir, oruç gibi çalışmalar yapılmadığı zaman da ruh yani dalga(wave) beden enerjisiz kalır!... Bu bedenin kanunudur!...
Beden kanunu, deyince yalnızca şu andaki madde biyolojik bedeni algılamayın...ister madde, ister maddeötesi dalga(wave)-ruh beden!.
Yani senin, her halukarda bir madde beden yapın var!..ister bu dünyada ister bunun ötesinde...
Bugün için beş duyuna GÖRE, sadece bu bedenine "madde" diyoruz ama; yarın o dalga(wave) ortama geçince, "o dalga(wave) bedenine de madde beden" diyeceksin!...
Zira o ortamın şartlarına ve algılama organlarına göre, o beden de yine "bir tür madde" bedendir.
Dolayısıyle, senin madde bedenin sonsuza kadar ortadan kalkmaz!.
Bu yüzdendir ki, madde bedenle yapman gereken çalışmaları, şu andan, ölüm gerçekleşene kadar, yapmak zorundasın!.
Ne zaman beyin ortadan kalkar bu ölüm denen olayla birlikte, ondan sonra zaten bu çalışmalar da biter; böylece ruha yeni enerji ve ilim yükleme olayıda sona erer.. Ruh artık, o güne kadar yüklenmişiyle başbaşa kalır.
Burada çok önemli bir nokta var... Dikkat edin!..
Eğer hakikat bilincini taşıyan madde bedenin, o bilinci taşıyacak dalga(wave) bedeni, yani ruh gücünü dünyadayken elde edememişse; vay haline!.
Zira ruh bedenin, bu enerjiden yoksun kaldığı için, güçsüz bir hal ile son derece güçlü bambaşka varlıkların ortamına gidecektir!.
Yani, şu anda sen hakikat bilincini ruhuna yükledin ama maddi çalışmalar yapmadın, namaz, oruç, zikir, hac gibi... Dolayısıyla da bunların sağlayacağı enerjiden de mahrum kaldın!...
O ortamdaki şartlar içinde, mevcut olan yüklenmiş tüm bilgiler, kendini tüketip gidecektir; çünkü o ilmi değerlendirecek yeterli enerjin yok!... Hakikate dair bildiğin bilgilerin hepsi de, güneşin altındaki buzdan heykelin yavaş yavaş eriyip buhar olması gibi eriyip buhar olacaktır... Sana öbür tarafta bir yararı olmayacaktır.
CİNLERİN de sahip oldukları "mülhime irfanı"; aynen "mülhime"den "emmare"ye dönmüş kişilerin hakikate dair irfanının bir süre sonra kayboluşu gibi, cehennem ortamında yok olup gidecektir...
İşte bunun basit misâli...
Şu anda hakikate dair bilgilere sahipsin, ama giriyorsun öyle bir toplumun içine ki, kavga gürültü, üstünde yoğun baskılar; ve o fiiller devamlı sürüp gidiyor... Derken yavaş yavaş sendeki o hakikat bilinci, azalıp hafifliyor; ve nihayet o ortama kendini kaptırıp; oranın bir bireyi gibi davranışlar ortaya koymaya başlıyorsun!.
İşte aynı şekilde, öbür dünyada, yani ikinci bedenle yaşamda, eğer bu hakikat bilincini taşıyabilecek düzeyde bir enerji potansiyeline sahip değilse ruh bedenin; içine gideceği ortamda ister istemez karşılaşacağı şartlar altında, o hakikat bilgisi yavaş yavaş kaybolup silinecek; neticede, azap verecek olan bir ortamın yaşamı seni kuşatacaktır.
İşin bu yanlarına, yani mârifetullaha dayanan bu sırlarına vakıf olmayan gerek tarikat ve gerekse hakikat ehli olduklarını kabullenen kişiler; o hissettikleri halin veya saptırıcı fikirler ilham eden cinnin etkisi altında, yapılması zorunlu çalışmaları ihmal ederler.
İşte bu ihmal, onların öbür tarafta pek çok şeyleri yitirmelerine; ve bildiklerinin gereğini yaşayamamalarına yol açar, ruhlarındaki güç yetersizliği dolayısıyla!.işte işin bütün püf noktası buradadır.
İşte ister Hz. Rasûlullah olsun; ister Muhyiddin A`rabi olsun, ister Abdulkadir Geylâni olsun; üst düzey marifete ermiş kim olursa olsun, çalışmalarına devam etmelerinin kökeninde bu sır yatar.
Hakikati bilmenin getirdiği sarhoşluk ya da cinlerin bilincine yolladığı saptırıcı fikirler, mesajlar eğer seni bir takım çalışmaları yapmaktan alakoyuyorsa, bu hakikat bilgisi senin için yaralı değil zararlı oluyordur!.

Yorumlar

  1. www.facebook.com/photo.php?v=10201309312717875

    MÜRŞİDİ KAMİLİ İŞARET EDEN HADİS VE AYET
    www.youtube.com/watch?v=ev7cfCKW4tc

    NEDEN MÜRŞİDSİZ OLMAZ ÇOK GÜZEL BİR YORUM DİNLEYELİM MUTLAKA
    www.youtube.com/watch?v=DVWJj8XbN00

    Sorularla Risale | Mürşidsiz Olmaz mı?
    http://www.sorularlarisale.com/makale/14117/mursidsiz_olmaz_mi.html


    Abdullah Baba Çekilecek Esma yı Mürşidi Kamil Verir
    www.youtube.com/watch?v=24RVitdBJbE

    SERDAR TUNCER - "MÜRŞİDİN HİMMETİ"
    www.youtube.com/watch?v=DwiBzp-0MWs


    www.youtube.com/watch?v=wuH3wc26HWE
    Mürşidin Önemi - Ömer Tuğrul İNANÇE



    Sebebi Aşağıda; Gel ey kardeş, Hakkı bulayım dersen,Resulün cemalin göreyim dersen,Bir kamil mürşide varmasan olmaz."Tekliğe, tek başına erilmez" desem sana ters gelebilir.Teklik sezgisine ve yaşamına en hızlı, en kolay ve en iyi sıçrayanlar; Mürid- Mürşid, Aşık- Maşuk, Usta- Çırak, Rehber- Yolcu, Öğretmen- Öğrenci süreçlerinin hakkını verenler arasından çıkmıştır.
    Tekliğe dahi ikilikten varılıyor dostum.

    Biri sana göstermeden, kalbini dahi göremiyorsun.
    İster bire bir yüz yüze yaşa, ister Üveys El Karani gibi zaman ve mesafe kaydına girmeden uzaktan yönelişle yaşa, illa ki bir ayna gerekiyor dostum.
    ...

    "Âyinedir bu âlem, her şey Hak ile kaim / Mir'at-ı Muhammed'den Allah görünür daim”

    AYNADIR BU ALEM HER ŞEY HAK İLE AYAKTA/ ALLAH GÖRÜNÜR DAİMA MUHAMMED AYNASINDA

    (Aziz Mahmud Hüdai ks)

    Mürşid gerekdir bildire Hakk'ı sana hakk'al yakîn. Mürşidi olmayanların bildikleri gümân imiş.

    (Mısri Niyazi k.s)

    tanrı anlayışı ve kavramıyla (ben ve ondan ayrı bir varlık) Allah ismiyle işaret edilen (Vâhid-ül AHAD üs Samed) karıştırıyoruz islamda Allah vardır ötesi yoktur. mürşidlik ile şeyhliği de kavramsal olarak karıştırıyoruz islamda ruhban sınıfı yoktur.
    Mürşidlik aracılık değil aynalıktır tassavvuf tarihinde Hz Yunusundan Mevlanasına hepsinin mürşidleri vardır mürşid müridini şirkin gizlisinden kurtarmak için vesiledir.Konuyu tassavvuf tarihinden araştırmanızı yada videonun linkinde yorumlardaki bilgileri irdelemenizi tavsiye ederim.

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Popüler Yayınlar